Bu Blogda Ara

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Unthinkable (2010)

Hollywood 2. Dünya Savaşı'ndan çok ama çok ekmek yedi. Hatta bazen bu savaşı sinemacıların bile çıkardığından şüphelenmekteyim. Neyse ki 11 Eylül yaşandı da adamlara yeni ekmek kapısı açıldı (Tabii ki 11 Eylül keşke yaşanmasaydı, insanlar ölmeseydi) Unthinkable da 11 Eylül sonrası ortamı kendine zemin alan bir film. Yıllardır Meksikalıları, Rusları ülkelerine düşman gösteren Hollywood'un yeni Nuri Alçosu artık müslümanlar. Bu filmdeki tek değişiklik müslüman teröristin Ortadoğulu değil de Amerikalı olması.
Film orijinal adı Steven Arthır Younger, müslüman adı Yusuf Atta Mohamed olan bir Amerkalının yayımladığı tehdit videosu ile açılıyor. Sonrasında ortalığı dumana katan bu videodan habersiz terör uzmanlarının (!) çalışmalarını izliyoruz. Adamlar potansiyel müslümanların peşindeyken karısı Bosnalı bir Amerikalının dosyasını ise şimdilik incelememek üzere pas geçiyorlar ve evet kadromuz oluşmuş oluyor.
Bosnalı karısı olan işkence uzmanı H rolünde Samuel L. Jackson, terör uzmanı rolünde Carrie-Anne Moss ve videoyu çeken, 3 şehre nükleer bomba koyduğunu iddia eden müslüman terörist rolünde Michael Sheen bir askeri tesisteki işkence odasında buluşuveriyorlar.
Kötü polis H, iyi polis Brody, vicdan ve işkence sorgusu temalı 1 saat boyunca aynı şablonu izliyoruz. İşkence eden H, insan haklarından bahseden Brody ve her türlü işkenceye direnen, ABD hükümetinden müslüman ülkelerdeki askerlerini çekmelerini isteyen bir Amerikalı.
Brody karakterinin naifliğini gereksiz bulduğumuz anlarda aslında içten içe işkencenin bazı zamanlarda gerekli olması gerektiğini de onaylamış oluyoruz. Film ilerleyip de bombaların yerleri bulunamadıkça işkenceci H tarafına daha fazla kaymaya başlıyoruz.

Younger rolünde kusursuz bir performans sergileyen M. Sheen sayesinde aslında gerçek teröristin kim olduğu gibi bir öz eleştiri de tam hedefini buluyor. Ki filmin sonlarında delicesine ağzından salyalar saçarak aklındakileri kustuğu sahnedeki performansına şapka çıkarıyorum. Filmin en kilit diyalogu da zaten herşeyi açıklıyor:
Younger: -You call me a barbarian. Then what are you?
                What, you expect me to weep over 50 civilians?
                You people kill that number every day!
Ordaki yetkilinin de dediği gibi: Eğer artık işkence gündeme gelince, işe yarıyor mu diye soruyorsan işkenceye karşı çıkmıyorsundur. Ülke çıkarları, insan hakları, işkence, nereye kadar insanız gibi soruları soran, akıcı filmin finali ise sürpriz bir sahne daha barındırarak artı puan topluyor.
Genel olarak başroldeki deneyimli kadronun oyunculuk performansları üzerine kurulu, akıcı ve sürpriz sonla biten izlenesi bir film. En azından film bittikten sonra kafanızda bazı insani kavramları sorguluyorsanız, yönetmen de hedefine ulaşmış demektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder