Bu Blogda Ara

9 Kasım 2011 Çarşamba

Pirates of the Caribbean: On Stranger Tides (2011)

Jerry Bruckheimer Hollywood için önemli bir isim. Adının geçtiği her yerde ilk telafuz edilen kavram da yüksek gişe olsa gerek. Yine adıyla beraber kalite olsun olmasın geniş kitlelere hitap ettiği aşikar. 2003 yılında korsan filmlerine el atıp karşımıza Karayip Korsanları serisini koyduğunda birçoklarımız böyle büyük bir başarı beklememiştik belki de. Tabii bunda Johhny Depp'in Captain Jack Sparrow karakterine kattığı sihirli değneğin de katkısı yadsınamaz. İlk filmin büyük başarısından sonra alışılageldiği üzere üçlemeye tamamlanması ve karakterlerin yaşadıklarının gerçekten de finalle bitirilmesinden sonra seriye dördüncü bir filmle devam edilecek olması hem şaşkınlık hem de endişe yaratmıştı. Çünkü bu tür seriye dönen filmlerin her yeni çekilen halkası hikayenin zorla uzatılması ve ilk filmlerin başarısının arkasında kalmasıyla sonuçlanır.
Karşımızda yer alan dördüncü filmde de maalesef bu tür eksileri bolca görmekteyiz.
Öncelikle serinin buralara kadar gelmesinde pay sahibi olan kadronun büyük çoğunluğu yeni filmde dışarıda kalmış. Yönetmen koltuğunda Gore Verbinski'yi göremedikten sonra neyleyim ben Karayip'i de Korsanları da. Orlando Bloom (Will Turner), Keira Knightley (Elizabeth Swann) ve Jack Davenport (Norrington) da diğer eksik belkemik kadro. Geriye zaten Johnny Depp (Jack Sparrow) ve Geoffrey Rush (Barbossa) kalıyorlar ki e onlar da olmasaydı zaten bu filme Karayip Korsanları diyeni taşla sopayla kovalarlardı. Bu filmde Keira Knightley yerine Penelope Cruz konularak seksi aktris kontenjanı doldurulmaya çalışılmış. Penelope'nin sahip olduğu İspanyol güzelliği ve seksapeliteye lafımız olamaz ama serinin ilk üç filminde görmüş olduğumuz aşk üçgeninin tüm ayaklarının silinip yerine karşılıklı çekişme ve atışmalara dayalı bir aşkın gelmiş olması pek de cazip gelmedi açıkçası. Zaten Sparrow karakterinin filmdeki gücünü arttıran bağlı olduğu karakterler de gidince karşımızdaki film, Sparrow'un sempatikliğiyle Depp'in oyunculuk yeteneğine sırtını dayamış halihazırdaki hayran kitlesini yolmaya çalışan fırsatçı bir filmden de öteye gidemiyor ne yazık ki.

Seyirciye hoş görünmek için deniz kızları kozunu da oynamaktan çekinmemişler. Korsan filmlerinde kendine kolayca yer bulabilen bu kızları olabilecek en güzel şekilde resmedip erkek seyirciyi bel altından vurmuşlar. Bunla da yetinmeyip o kızlardan biri rolünde dünyanın en güzel şeylerinden birini Astrid Berges-Frisbey'i kullanarak seyirciyi cezbetmek için uğraşmışlar. Ufak bir rolde Judi Dench karşımıza çıkarken, zalim baba Blackbeard olarak izlediğimiz Ian McShane resmen döktürmüş. Serinin yeni filmindeki en güzel kazanım McShane'nin yarattığı saf kötü karakter olmuş. Ancak filmi serinin yeni bir halkasından ziyade korsan filmi olarak ele aldığımızda başarılı olurken, serinin en durgun ve heyecansız halkası olarak kendine yer ediniyor. Bence Bruckheimer seriyi burda bıraksın, hem Depp'e hem de serinin o güzelim üçlemesine yazık etmesin daha fazla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder