Bu Blogda Ara

10 Temmuz 2011 Pazar

ALİ SAMİ YEN'DE BİR EFSANE - BON JOVI


Bon Jovi ismi bizim jenerasyon için önemli isimlerden. 80lerin sonu 90ların başı gibi ergenliğe girip müzik zevkleriniz oluşmaya başlamış ve bu tercihlerinizde Hard Rock & Heavy Metal tarzları tercih sebebş olmuşsa Bon Jovi adıyla tanışmamış olmanız imkansız. Ben de o evrelerden geçip bu arkadaşlarla tanışanlardanım. Hoş benim bu müziğe girişim ManowarKings of Metal albümüyle olmuştu, bu da ek bilgi olsun :) Hatta daha bu adamları dinlemiyorken bile ülkemize teşrif ettiklerini hayal meyal hatırlıyorum. Yamulmuyorsam bir Ahmet San organizasyonuyla gelmişlerdi. 
Sonisphere, Motorhead, Judas Priest'in veda konseri, İsveç tatili derken açıkçası bu konsere bütçe ayırmamıştım. Hatta planlarıma göre şu saatlerde İsveç'de olmam lazımdı. Neyse baktım İsveç ziyaretini öteledim, Judas sahnelere elveda diyormuş derken yine bu konser gündemimde yoktu. Konser günü Bon Jovi'yi ve hayatımdaki konser tutkusunu -ki elimdeki konser ve festival bileti sayısı 40a yaklaştı- düşününce cevap da beliriverdi: Bu parayı nereye vermiyorsun oğlum diyip Ekşisözlüğe bilet aradığımı belirten entry'mi giriverdim. Sağolsun "alexios" nickli arkadaş yardımcı oldu ve uygun fiyata iki adet sahaiçi bilet sahibi oldum. Kendisi ve arkadaşı Emre'ye tekrar teşekkürlerimle. İkinci biletin sahibi de sevdicekti tabii ki.
Gün içinde ofiste kolileme faaliyetlerinde bulunduğum için kan ter içinde kendimi eve attım. Duşumu aldım, sevgilim geldi, o da üstünü değiştirdi yemeğimizi yedik ve yola çıktık. Merkezi bir yerde oturmanın faydaları bunlar tabii:)
Bir Galatasaray'lı olarak yeni mabedimize gidiyor olmak da benim için büyük bir heyecandı. TT'un sponsor olmasına karşı değilim ama benim için o statta bir ruh vardır ve o stadın adı Ali Sami Yen Stadı'dır, o yüzden de yazımın başlığına bilerek bu adı verdim. Ulaşım kalabalık olmasına rağmen trafik stresinden uzak rahat geçti. Yolu bilmediğimizden ötürü kalabalığı takip ederek stada ulaştık.
Statın çoğu dolmuştu. Ve ilk olarak beni etkileyen ilk adımımı attığım yeni mebedimiz oldu. Burda maç izlenir arkadaş. Avrupai ve çok başarılı bir ambiyansa sahip bir stadımız olması gururumu kabarttı. Burdan emeği geçen TOKİ ve hükümete teşekkür edeceğimi düşünen varsa şimdiden sayfayı kapatabilir. Galatasaray adının üzerinden rant elde etmeye çalışan odakların olduğu her yerde bizim gururumuz ve tarihimiz vardır!!!
Neyse biz konumuza dönelim Saat 20:30 gibi mekana varıp iş arkadaşlarımla buluştuk. Yerimiz de gayet iyiydi.
Saat 20:45 - 20:50 gibi de Bon Jovi ve Richie Sambora ikilisinin öncüğünde grup sahnede yerini aldılar. İtiraf edeyim ki ilk başta Richie'yi Jon zannettim. Kendimden utanıyorum. Bon Jovi sahneye bando şefi & Freddy Mercury karışımı bir kostümle çıkmıştı. Neyse ilk şarkıyı bilmiyordum ama nakarattan anladığım üzere şarkının adı Raise Your Hands idi. E biz de adet olduğu üzere ellerimizi o gazla uzanabildiğimiz en uzak yüksekliğe kaldırdık. Hemen arkasından gelen klasik You Give Love a Bad Name sayesinde konsere ısındım. Ne güzel bir şarkı ne güzel bir seyirci katılımıydı o! Arkasından gelen ve bilmediğim üç şarkı: Born to Be My Baby, We Weren't Born To Follow , Lost Highway.  Bon Jovi'nin 18 yıldır gelmediğini betimleyen konuşması ve ardından çaldıkları, stattaki herkesin istisnasız bildiği tek şarkı It's my Life...Sevgilimin bile bildiği tek şarkı buydu :))) Aşağıdaki foto da şarkı esnasında çekildi.

Üstüne yine eskilerden gelen bir Blaze of Glory ve In These Arms keyfimizi iyice yerine getirdi. Sonrasında çalan We Got It Goin' On ve Captain Crash & the Beauty Queen From Mars şarkılarını ilk defa duydum üzgünüm :( Jon Bon Jovi'nin üstünü değiştirip Türkiye forması giymesi ve arkasından gelen Bed Medicine ve ortasında çalan bir Pretty Woman güzellemesi ise izlemeye değerdi. Jon abimiz ardından çaldığı Bed of Roses'ı ise seyircilerle yakın temas kurarak öne doğru uzayan platform üstünde söyledi. Hem içimizi dağladı hem de oradaki seyirciyi mest etti. Diamond Ring'le devam eden konserin devam eden şarkısı ise I'll Be There For You oldu ki bu parça seyircinin katılım olarak gerek grubu gerek ordaki herkesi etkilediği bir şarkı oldu. Sonunu uzatarak seyirciye söyleten Bon Jovi mest oldu. Biz de bu şarkıyla birlikte arkalara doğru giderek biraz dinlenme fırsatı bulduk. Arka tarafta şunu anladım ki statın akustiği konserler için uygun değil. Çünkü arta tarafta sonradan gelen bas ve bateri seslerinin duyulduğu inanılmaz kötü bir eko vardı.
Who Says You Can't Go Home & I'll Sleep When I'm Dead / Start Me Up & Someday I'll Be Saturday Night & Have a Nice Day dörtlüsü beni bayan ve konserden iyice kopartan anlardı. Ancak bunların arkasından gelen Bon Jovi'nin elinde çıkı çıkı salladığı enstrümanıyla giriş yaptığı Keep The Faith ile tekrar konsere giriş yaptık. Bu sırada kapıların açılmasıyla sahnenin solunda kalan tribünlere geçerek oturmanın verdiği huzuru yaşıyorduk. Grup ilk bis için sahneden indi ve yoğun bir destekle sahneye geri döndü. Çaldıkları When We Were Beautiful adlı parçayı da bilmiyordum :) Arkasından neyseki Wanted Dead or Alive çaldılar da kendimize geldik. Sonrasında Blood on Blood ve seyirci katılımının tavan yaptığı şarkı Livin' on a Prayer geldi.
İkinci bis ve unutulmaz bir klasik Always. Sevgiliyle sarılarak dinlenen Jon Bon Jovi'nin ağlamaklı olduğu bu klasik konserin ve benim zihnimin unutulmazları arasında yerini şimdiden aldı.

Richie Sambora'ya ise ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Zaten yıllardır tarzı ve hüneriyle hayranlığımı kazanmış bu üstadı kanlı canlı izlemek benim açımdan çok çok büyük bir mutluluktu. Sololarıyla mest eden bu yüce insan konser sırasında değiştirdiği ona yakın gitarıyla da ayrı bir şaşkınlık yaşattı. Pampamsın!!!
Toplamda 2'45 saat sahnede duran Bon Jovi'nin unutulmaz klasiği Runaway çalmaması ise bence çok çok büyük bir hayal kırıklığıydı. Çünkü benim açımdan Bon Jovi denince akla gelen ilk şarkı ve Jon Bon Jovi'nin bir daha hiçbir şarkıda yapmadığı o scream vokaliydi. Kısmette bu şarkıyı dinlemek yokmuş meğer.
Jon Bon Jovi hala genç ve yakışıklı görünüyordu, ancak şarkıları söylerken sanki ağzını zorlayarak açıyor gibiydi. Ya kendini yırttığı için öyle göründü ya da botokslardan :(
Bon Jovi'nin basçısını ise dev ekrana ancak konserin 10 küsuruncu şarkısında getiren arkadaş umarım adamın ahını çok almamıştır. Ya basçı çok ezik ya da diğerlerinden ona fırsat kalmadı ama ben bu konuya çok takıldım arkadaş...
Baterist ise bitmeyen enerjisi ve ataklarıyla çok çok güzel bir performans sergiledi.

Son lafım da konseri düzenleyen Purple Concert'e:  Sizin zaten ne kadar başarısız olduğunuzu Sonispehere'de yiyecek bulamayıp aç kalarak tecrübe etmiştim. Meğer, 33lük suyu 3,5TL'ye satacak kadar kan emiciymişsiniz. Bölye güzel bir konserde alkol satılmıyor olması ise apayrı bir skandal. Güzel ve yalnız ülkemin seçmeninin yarısının koşa koşa oy attığı AKP'nin icraatı hayırlı uğurlu olsun. Yarın öbür gün tasavvuf konserine giderken ben demiştim demek istemiyorum ama ben böyle gidişatın....
Şimdi sıra üçüncü defa izleyeceğim Whitesnake, ve ikinci ve son defa izleyeceğim Judas Priest'te....





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder