Bu Blogda Ara

30 Ocak 2012 Pazartesi

La piel que habito (2011)

Pedro Almodovar, takipçileri için kendine has sinemasını, oyuncularını yaratmış, bir filmi izlerken kolaylıkla referans alabileceğimiz kadar usta olmuş bir isim. Bir Pedro Almodovar filmi kalıbını kullanabiliyorsak eğer, geçmişinde yarattığı orijinal ve cinsellik eksenli eserlerini tek tek anmaya gerek yok. Bu film ise her ne kadar konu olarak Almodovar'a ait değilse de filmi izledikçe üstündeki Almodovar adı hiç sırıtmıyor. Konu olarak yine benzersiz ve cinsiyet eksenli bir filmle karşılaşınca Almodovar etiketi de filmin üzerinde atıl durmuyor.
Yönetmenin ilk filmlerinde beraber çalıştıktan sonra yaklaşık 20 yıl sonra tekrar aynı projede yer verdiği Antonio Banderas başrolde. Aktörün ilk yıllarını bilmeyenler için böyle bir filmde ne işi var dense de aslında Banderas da geçmişindeki görece daha sanatsal içerikli filmlere de dönmüş oluyor. Yanındaki aktristimiz ise yine Almodovar'la Hable con ella'da çalışmış güzeller güzeli Elena Anaya. Ki Almodovar da Anaya'yı bir güzellik objesi olarak kullanmaktan çekinmemiş. Hele Anaya'nın tablo gibi duran çıplak sırt ve kalçalarıyla arz-ı endam ettiği sahne unutulmaz. Yine Tobo sobre mi madre filminden hatırlanabilecek yaşımız kadar filmde oynamışlığı olan Marisa Parades de yardımcı oyuncumuz.
Film, başlangıç fragmanıyla zaten konusunu açık ediyor. Benim konum Vera'nın vücududur diyor adeta. Sonrasında da çılgın bilimadamı Robert ile tanışıyoruz. Eve girer girmez kameradan Vera'nın tablo gibi vücudunu (ben izlerken tablo zannettim valla) izledikten sonra kilit altındaki Vera'nın yanına gidince işin içinde başka şeyler olduğu anlaşılıyor. Robert'in böyle bir kadına nasıl tepkisiz kaldığına anlam veremedikten sonra ortaya çıkan hain evlat Ökkeş sayesinde Robert ile Vera arasında beklenen yakınlaşma da yaşanmış oluyor. Sonrasında ise her Almodovar filminden alışık olduğumuz üzere geçmişe gidiyor ve yaşananların kökenlerine iniyoruz.
Karısının Ökkeş'le kaçması ve yanarak can vermesinden sonra, akıl sağlığını yitirmiş kızıyla uğraşan Robert'in, üstüne tuz biber eken kızına tecavüz vakası sonrası uygulamaya başladığı intikam planı akıllara Oldboy'u getirecek kadar orijinal ve sarsıcı. Almodovar'ın birçok filminde de sorguladığı cinsellik/eşcinsellik kavramlarının bir adım ileri giderek bir erkekten bir kadın yaratma ve o kadını ölen eşe benzetme psikozu, cinsiyetini kaybetmiş birinin yaşadıkları her insanın kaldıracağı tarz değil. Aşk ve sevgi filmleri izlemekten keyif alacakları pek de memnun edemeyecek, ancak sıradışı hikayelere ve manyaklıklara düşkün insanları kendine hayran bırakacak bir film.
Ki Almodovar flashback içinde flashback yaparak yaşanan tecavüzün aslında ne kadar tecavüz olduğunu da göstererek Vera/Vicente'nin de bir anda mağdur olarak seyirci gözünde sempati besleterek okları Robert'e çeviriyor. Seyirci de yaşanan intikamı onaylamak yerine Vera'nın yaşadığı çöküşe ortak olarak filmin etkileyicilik fakötürünün artmasına sebep oluyor. Banderas'ın yıllar sonra gerçekten düzgün bir filmde gençlik yıllarındaki gibi mükemmel bir oyunculuk çıkardığı film, karısına olan özlemini/ kızının intikamını yenmeye çalışan çılgın bir doktorun ve kurbanı olan Vicente'nin içine düştüğü karmaşık dönüşümü anlatıyor. Ki Vincente'in asıldığı lezbiyen kızın karşısına oldukça güzel bir kadın olarak dönmesi de ayrı bir ironi sanırım. Aldomovar filmlerinin bir diğer özelliği olan duygusal final ise bu filmde de kendine yer buluyor. Filmin başında hayranlıkla seyrettiğimiz Vera'nın aslında bir zamanlar erkek olduğunu öğrenmek, içten içe akıldan geçen olsun bu haline de aşık olurum ben gibi düşünceler yönetmenin yıllardır filmlerine konu olan eşcinselliğin aslında herkesin hissedebileceği bir his olduğunun da altını çiziveriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder