Bu Blogda Ara

23 Ocak 2013 Çarşamba

Av Mevsimi (2010)

Yavuz Turgul, Şener Şen ve Cem Yılmaz. Her biri alanının en iyileri.
Yavuz Turgul Türkiye'nin en iyi senaristlerinden biri (yönetmenliğinden bile ötedir benim açımdan, zira yönetmenliğini yapmadığı Züğürt Ağa, Çiçek Abbas, Tosun Paşa ve Sultan gibi unutulmaz eserler bile bu alanda bir adım ötede olması için yeter ve artar örneklerdir)  
Şener Şen yaşayan efsane, Türkiye'de oyunculuğun doruk noktası, ben oyuncu olacağım diyen herkesin ulaşmak ve olmak istediği adam. Turgul'la beraber Martin Scorsese & Robert De Niro / Leonardo DiCaprio ortaklıklarının Türkiye şubesini oluşturan oyuncu ayağı.
Cem Yılmaz, Türkiye'nin oyuncu/komedyen/stand up'çı/senarist adına ne derseniz deyin elini her attığı işten en fazla karla çıkan ismi.
Çetin Tekindor gibi gerek sesi gerek beyazperdedeki duruşuyla seyirciyi etkilemek konusunda usta birinin adını anmak bile yeter ama filmin afiş ve künyesinde yukarıda saydığım üçlünün olması, Tekindor'un hakkını yediğim anlamına gelmesin.
Dediğim gibi yukarıdaki üç ismi aynı projede birleştirdiğimizde, film kağıt üzerinde daha çekilmeden veya seyirciye ulaşmadan bile merak ve ilgi dozunu arttırıyor.
Filmin türü Turgul'un daha önceki filmlerini göz önüne aldığımızda kendisine çok uzak değil belki ama özellikle Eşkıya (senarist ve yönetmen) ve Kabadayı (senarist) filmleri ile suç dünyasına zaten kalemiyle bulaşmış birisi.
Ancak bu sefer karşımızdaki, sadece Turgul için değil Türk sineması için de çok örneği olmayan bir tür: polisiye gerilim tarzı.
Turgul, görüntü yönetmeni olarak Eşkıya'da da harikalar yaratan Uğur İçbak'la çalışarak ne kadar doğru bir karar verdiğini zaten filmin açılış fragmanıyla yedi düvele gösteriyor. Ormanlık bir alanda Hollywood gerilimlerinden aşina olduğumuz karanlık bir hava eşliğinde yavaş yavaş bir kadın eline doğru ilerleyen kamera usta ellerde olduğunu hissettiriyor.
Filmin yan rolleri de en az başroller kadar iyi oyunculuk çıkaranlarla bezenmiş. Teşkilatın çömezi Hasan rolünde Okan Yalabık ve İdris'in boşanmasına rağmen hala takıntılı derecede sevdiği eski eşi Asiye rolünde Melisa Sözen, yine soruşturma esnasında az ama öz oynayan Asit karakteriyle Rıza Kocaoğlu -ki kusursuza yakın bir performens sergilemiş- ve son olarak kısacık rolünün hakkını veren eşcinsel barmen Bartu Küçükçağlayan ekibin Casting işinin hakkını verdiğini kanıtlıyorlar.
Filmin 2,5 saate yakın süresi ilk başta handikap gibi görünse de direksiyonda karakterleri anlatmayı, işlemeyi çok seven ve bunu da hakkıyla yapan bir senarist/yönetmen olunca karşımızdaki film de sadece bir polisiye değil, aslında polisiye süsü verilmiş evlilikler ve ilişkiler konulu bir drama dönüyor.
Birbirini yıllardır seven ve zor günlerinde yanlarında olan Avcı Ferman ve eşinin ilişkisi beyazı yani ideal bir evliliği simgeliyor. İdris'le Asiye'nin biten, ancak bitmesine rağmen hala kavgalı dövüşlü süren arıza ilişkisi -ki ortada kalan çocuklar da sosu olmuş- ise tam tersi siyahı simgeliyor. Çömez Hasan ise evlilik yolunun başında, sevgilisinin babasıyla tanışma faslında bu iki noktanın tam ortasında kalıyor.
Turgul eski alışkanlıktan mıdır, kendini tutamadığından mıdır nedir, Şener Şen'i yine usta rolüne, genelde alışık olduğumuz Uğur Yücel'in kontenjanını dolduran Cem Yılmaz'ı da çırağı/oğlu rolüne koyarak yine o melankolik sularında dolaşmaya başlıyor. Ne yazık ki bunu yapmaya çalışırken de filmin polisiye/gerilim tarafına çok da fazla asılmıyor.
Asılmış olsa, Avcı lakaplı birinin ailesinin rızası olmasına rağmen maktül Pamuk'un yaşının neden büyütüldüğü gibi kritik bir soru işareti veya elin bulunduğu ormanlık alanın Battal'ın her zaman avlandığı bir yer olması veya evde gördükleri hasta çocuk üzerinde durması gerekirken, sürekli Battal'la bir atışma içerisine giriveriyorlar.
Filmin sonu, katilin kim olduğu, cinayet sebebi, cesedin geri kalanı gibi sürükleyici olma ihtimali yüksek öğeler filmde bir türlü öne çıkamıyorlar.
İdris'in herkesi eğlendirdiği o muhteşem sahne her ne kadar filmin unutulmazları arasına girse de böyle tarz bir filmde heyecanın yükseldiği, kalplerin atış hızının arttırdığı bir sahneye hiç rastlamıyoruz.

Filmin finaline yakın İdris'in hayatını kaybettiği sahnede üstteki anları hayatının son anında kendi gözlerinden izlerken içimiz burkuluyor, klasik bir Turgul filminde olduğu gibi mutluluğun ve dostluğun etkileyici bir şekilde resmedildiğine şahit oluyoruz.
İdris'in tek hareketiyle ekibe yolladığı mesaj ve akabinde Ferman'ı harekete geçirmesi bir polisiye filmi klişesiyken, olayın Pamuk'un annesinin ortada hiçbir şey yokken anlattığı bir hikayeyle çözülmesi bir o kadar kötü ve ucuz olmuş. Seyirci bu tür filmlerde katili bulanların zekalarına hayran olmayı isterken, biz açıkçası Ferman'a neden Avcı denildiğini düşünmekle meşgul oluyoruz? Üzerine gidilmesi gereken sorular dururken defansa çarparak kaleciyi yanıltan bir şans golüyle olayı çözen Ferman'ın bir de seyirciyi gerizekalı yerine koyar gibi Agatha Christie kitaplarında Hercule Poirot'nun yaptığı gibi olayları tek tek açıklaması ise 2,5 saat bekleyen seyirciyi tüketen anlar oluyor.
Şahsen ben finalde iki avcının karşılıklı konuşmaları esnasında Battal'ın tüfeğini Ferman'a çevirmesini ve o esnada ortalıkta olmayan Hasan'ın da Battal'ı öldürerek hem amirinin canını kurtarmasını, hem cinayetle tanışmasını, hem de Asit'i kovaladıkları esnada birini öldüren rahmetli İdris'le gönül bağı kurmasını, belki de bu olaydan sonra işine alışarak sevgilisinin teklifini reddetmesini beklerdim. Sanki böyle daha hoş olurdu.
Filmin alternatif finalinde yer alan, Ferman'ın eşinin bıraktığı defteri okurken evde yemek yaptığı sahne daha vurucu geldi. Bu tercih bile tartışılır.
Son tahlilde karşımızda görüntü yönetimi olarak kusursuz, dram olarak Yavuz Turgul standartlarının aşağısında kalan, polisiye olarak bakıldığında ortalama bir Behzat Ç. bölümünden bile heyecansız ve tatsız bir film var.
Yavuz Turgul gibi bir sinemacının serbest takılıp deneme yaptığını farzediyor, bir sonraki çalışmasında en iyi bildiği drama yoğunlaşmış bir filmle geri dönmesini arzu ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder