Bu Blogda Ara

3 Eylül 2011 Cumartesi

Akmareul boattda (2010)

Uzakdoğu sineması son yılların sinefiller açısından yükselen değeri. Klişeleşmiş Hollywood zırvalarının üstüne değişik tat ve hikayelerle hızır gibi imdada yetişen çekik gözlüler özellikle korku sinemasında çığır açtılar. Ringu serisinin başını çektiği, Shutter gibi oldukça etkileyici örnekleri sunan Japon ve Güney Kore menşeli filmler tüylerimizi ürpertirken, hayranlığımızı da üst noktaya taşıdılar.
Sinema eleştirmeni olsam öncelikle Jee-woon Kim'in uzun zamandır beklenen filmi yazardım ancak öyle bir derdim olmadığı için açıkça söyliyim ki filmin başına oturduğumda ne yönetmeninden ne de konusundan haberim vardı. Uzakdoğu sinemasında halen oyuncu fanatikliği yapacak konuma gelmedim. Öncelikle yönetmen ve hikaye. Neyse filmin başında yönetmenin adını görünce ben bunu nerden tanıyorum sorusuyla -adamların isimleri birbirine benzediğinden hemen şunun yönetmeniydi etiketini yapıştıramıyorum- IMDB'ye baktığımda Janghwa, Hongryeon filminin adını görünce bende büyük bir hareketlenme oldu. Bu filmle ilgili güzel bir çözümlemeyi de öncesinde yazmıştım zaten.
Neyse filmin girişi huzur verici bir gitar solosuyla izleyeni rahatlatıyor. Ki bu parçayı paylaşmadan edemeyeceğim.


Filme konu olan seri katilin yüzünü ve çalışma stilini bize açıkça gösteren filmin derdi peşine düşüşen katilin kim olduğu veya bulunması değil. Burda zaten klasik seri katil filmlerinden ayrılıyor. Filmin derdi seri katilimizin kurbanı olan hamile kızımızın nişanlısı olan ajanın oynadığı kedi fare oyunu üzerine kurulu. Kedi fare oyunu lafını klasik olduğu için kullanmadım gerçekten öyle. Kedilerin farelerle oynamasına şahit olduysanız eğer kedi bir fareyi ele geçirince hemen öldürmez önce biraz onla oynar ve fare kaçtıkça da kedi onla oynamaya devam eder. Filmdeki ajanın seri katille oynadığı oyun da aynen bu.
Burada seri katili oynayan Min-sik Choi'ye ayrı bir paragraf açmak lazım. Kendisinin ismi benim gibi çing çonglu isimleri karıştıran birine bir şey ifade etmese de yüzü çok şey anlatmakta. Görür görmez Oldboy dediğim adamı görünce ve IMDB'den filmin bir intikam hikayesi olduğunu okuyunca ister istemez bir Oldboy karşılaştırması kafamda canlandı.
E filmin hikayesi de aktıkça o karşılaştırma iyiden iyiye zihinde yerini sağlamlaştırdı. Gelmiş geçmiş en kusursuz intikam planı ve öyküsünü yansıtan Oldboy'un üstüne tanımayan bir bünye olarak bu filmi izledikçe karşılaştırma yapmaktan kaçınmaya çalışarak filme kendimi verdiğimde pek de tatmin etmeyen ama şiddeti içine ustaca yediren bir film çıktığını gördüm.
Kurbanlarını gözünü kırpmadan doğrayan, bunu bir kasabın mesleğini icra eder gibi duygusuz ve mimiksiz yapan seri katili, insan eti yiyen arkadaşını, kurbanını sürekli olarak yakalayıp dövüp tekrar bırakan ajanı izledikçe Güney Kore ve uzakdoğu sinemasına has orijinalliği izledikçe filmin kalitesini takdir ederken, yine de hikaye olarak izlettirdiği sahnelerin kalitesinin arkasında kalan bir yapım izlemenin durağanlığını yaşadım. Ancak son olarak şunu diyebilirim ki, mimiksizliğini bu kadar ustaca kullanabilen büyük bir oyuncuyu izlemek için bile bu filmi görmeye değer!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder